Buram buram tarih kokan güzel şehrimizde bir de önünden defalarca geçip de fark etmediğimiz tarihler var.
Bunlardan birini keşfettim sizinle de paylaşmak istiyorum. Şu ünlü Kazlıçeşme miting alanı ve çoğu kişinin meraktan bile olsa bir kere kullandığı Kazlıçeşme Marmaray İstasyonuna çok yakın bir yerde caddenin ortasında bir eski çeşme var.
Bunlardan birini keşfettim sizinle de paylaşmak istiyorum. Şu ünlü Kazlıçeşme miting alanı ve çoğu kişinin meraktan bile olsa bir kere kullandığı Kazlıçeşme Marmaray İstasyonuna çok yakın bir yerde caddenin ortasında bir eski çeşme var.
Bu çeşme İstanbul’un fethi sırasında yapılmış ve güzel de bir hikayesi var. Bilgi paylaşınca güzel diyorum ve yeni öğrendiğim bu güzel bilgiyi sizinle paylaşıyorum. Yolunuz o taraflara düştüğünde belki bu çeşmeyi de ziyaret edersiniz.
Ordumuzun İstanbul önlerine dayandığı günlerdir. Henüz bahardır ama hava iyi sıcaktır. Yedikule önlerinde toplanan askerler kırbaların dibinde kalan son damlaları da yudumlar ve su sormaya başlarlar. Öyle ya bu çocuklar daha yıkanacak, paklanacak, abdest alacaklardır. Fatih bu sıkıntıyı nasıl halledeceğini düşünürken üzerinden yaban kazları geçmesin mi. Genç sultan, süvarilerden birine kuşları işaret eder. Delikanlı okuna davranır, elini sadağına atar. Fatih “Hayır, hayır!” diye fısıldar, “Onları takip et. Kim bilir, belki de bir göle uçuyorlar.” Süvari bir hamlede atına çıkar, hayvanını topuklar. Artık kazlar nereye, o oraya. Kuşlar Atışalan taraflarında alçalır alçalır ve berrak sulu bir gölceğize konarlar. Delikanlı önce suyun tadına bakar, sonra matarasını doldurup ordugaha koşar. Doğrusu bu su beklenenden ziyade ve umulandan tatlıdır. Mimarlar, ustalar derhal işbaşı yapar, rütbeliler bile künk taşırlar. Çok değil 5-10 gün sonra lülelerden su akmaya başlar. Fatih bu mutluluğu paylaşmak ister, çeşme başına gelir. O sıra bir sanatkârın kitabeye “adını” kazıdığını görür. Ustaya döner “niye ama” der, “suyu bulan ben değilim ki?” Vezir araya girer ve usulünce sorar: “Peki bu çeşme kimin adı ile anılsın?”-Kazların!Öyle de olur. Çeşmenin adı “Kazlıçeşme” kalır.
Evliya Çelebi ise Kazlıçeşme hakkında şunları yazar;
“Yedikule kasabasının haricinde bir çeşme-i cânfezanın kemeri altında çarköşe (dörtköşe) bir beyaz mermer üzere üstad-ı mermer bir kaz tasvir etmiştir ki, dillerle tabiri imkansızdır. Gören zîrûh (canlı) zanneder. Buna binaen o çeşme, kazlı çeşme namı ile şöhretyâb olmuştur.”
(seyahatnâme; 1314, 1, 391-92)
“Yedikule kasabasının haricinde bir çeşme-i cânfezanın kemeri altında çarköşe (dörtköşe) bir beyaz mermer üzere üstad-ı mermer bir kaz tasvir etmiştir ki, dillerle tabiri imkansızdır. Gören zîrûh (canlı) zanneder. Buna binaen o çeşme, kazlı çeşme namı ile şöhretyâb olmuştur.”
(seyahatnâme; 1314, 1, 391-92)
Evliya Çelebinin seyahatnamesinde yazdığı bu kaz çalınmış ve şu an çeşmede yer alan kaz figürü daha sonra gerçeğine benzetilerek yapılmış.
Sonraları dericilerin kullandığı bir yer haline gelen bölgede sanayi 1993 yılına kadar devam etmiş, ardından dericilerin çoğu Tuzla’ya taşınmış. XVII. yüzyıl gezi yazarı Evliya Çelebi, anılarında, burada yaşan insanların deri işletmesinden kaynaklanan berbat kokuya alıştığını ve zamanla kokuyu hissetmediklerini yazmış.
Cesmenin kenarında bulunan sadaka tası. İhtiyacı olanların alması için taşın üzerine para bırakılırmış, ihtiyacı olan oradan alırmış. Hey gidi Osmanlı hey. Şimdi ise insanlar çeşmenin musluğunu çalıyorlar. Gidip de bakarsanız musluğun olmadığını göreceksiniz, musluğu da çalmışlar. Allah milletimizi,ülkemizi ıslah etsin inşaallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder